Tarih: 12.05.2023 11:07

TANSU ÇİLLER ALANYA'DAN EVLATLIK MI VERİLDİ? 'KENDİSİ BUNU BİLİYORDU'

Facebook Twitter Linked-in

Yeni Alanya Gazetesi'nin tozlu arşivlerinde kalan bir röportaj günümüz seçim atmosferine girerken çok ilgi çekmeye başladı... Tansu Çiller evlatlık mı? Gerçek babası olduğunu iddia eden Alanyalı Mehmet Kocaman'la görüştü mü? İşte O muhteşem hikaye... Mehmet Kocaman, 1923 yılında Alanya'nın Tepe Mahallesi'ne bağlı Kurşunlu Mevkii'nde doğdu. O dönemin Alanya'sında en gözde mesleklerden olan terziliğe 10 yaşında başladı. Mehmet, gençliğe ilk adım attığı günlerde uzun boyu ve son derece iri vücuduyla çevresinde 'Koca Mehmet' olarak anılmaya başlandı. Son derece yakışıklı bir delikanlı olan Koca Mehmet, mesleği olan terzilikten sıkılıp, meyve-sebze tüccarlığı yapmaya karar verdiğinde 20 yaşındaydı. Nüfusa yaşı küçük yazıldığı için henüz vatani görevini yapmamıştı. İSTANBUL'A TİCARET İÇİN GİTMEYE BAŞLADI 1943 yılında deniz yoluyla İstanbul'a portakal ve keçi boynuzu götürmeye, ürünleri orada satmaya başladı. O yıllarda Alanya'da muzculuk yeni yeni başlıyordu. 1944 yılında İstanbul'a götürdüğü ürünler arasına muz da girdi. O yıllarda İstanbul'a karayoluyla ulaşım son derece zor olduğu için, Alanya iskelesinden ayın belli günlerinde kalkan Tran, Etirus ve Nacat adlı vapurlarla İstanbul'a ürün taşıyordu. İstanbul'dan Alanya'ya eli boş dönmeyen Koca Mehmet, o yıllarda İstanbul'un en ünlü alışveriş merkezi olan Gürün Han'a uğrar, Alanya'dan aldığı mobilet ve dikiş makinası siparişlerini satın alırdı. Sürekli mobilet ve dikiş makinası satın aldığı tüccar olan Sarı Tevfik'le çok iyi dost olmuştu. VAPUR BEKLERKEN GÖRDÜĞÜ NİGAR'A İLK BAKIŞTA AŞIK OLMUŞTU O yıllarda Alanya'ya gelen mobilet ve dikiş makinalarının tamamını Koca Mehmet, Sarı Tevfik'ten satın alarak vapurla Alanya'ya getirmişti. Koca Mehmet, 1945 yılında meyve-sebze tüccarlığı işini sürdürüyor, ayın yaklaşık 10 gününü İstanbul-Alanya deniz hattında geçiriyordu. İstanbul'da ürün teslimatını yapıp, Alanya'ya dönmek için vapur beklerken artık hanlarda kalmıyor, çok iyi dost olduğu Sarı Tevfik'in evinde konaklıyordu. O yıllarda 22 yaşında, sarışın ve yakışıklı bir delikanlı olan Koca Mehmet, Sarı Tevfik'in kızı Nigar'a vurulmuştu. Sık sık yemeğini hazır eden, çayını demleyen Nigar, Koca Mehmet'in aklını başından almıştı. Nigar da Koca Mehmet'e karşı boş değildi. Aralarında bir aşk başladığında Nigar 15 yaşındaydı. NİGAR VE MEHMET ETİRUS VAPURU İLE KAÇIYOR Koca Mehmet, İstanbul'a gidip, Sarı Tevfik'in evinde konakladığı bir 1945 gününde Nigar Özden'e 'Kaçalım Nigar' dedi. 'Nereye?' diye soran genç kıza Koca Mehmet 'Alanya'ya' yanıtını verdi. Ve birbirlerini çok seven genç aşıklar bir gece sabaha karşı el ele tutuşup, İstanbul sokaklarında kaçmaya başladılar. Koca Mehmet, o gece Sarı Tevfik'in evinde kalıyor, Sarı Tevfik'in de kızı ile arasındaki aşk ilişkisinden haberdar olmaması sayesinde Nigar'ı çok kolay kaçırıyordu. Sabahın erken saatlerinde Koca Mehmet ve Nigar, Etirus adlı vapura binip, Alanya'ya gelen deniz hattında yol almaya başladıklarında İstanbullu aile henüz durumdan habersizdi. BU KEZ YANINDA ESNAFIN SİPARİŞLERİ DEĞİL GÜZEL BİR KIZ VARDI Koca Mehmet, bir gece yarısı Alanya iskelesine geldi. Bu kez yanında siparişleri değil, dünyalar güzeli bir kız olan Nigar vardı. Koca Mehmet, Nigar'ı doğruca Kurşunlu'daki baba evine götürdü. Kapıyı annesi Emine Kocaman açtı. Uykudan uyanan annenin mahmurluğu, oğlunun yanındaki kızı görünce birden dağıldı. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Sordu, 'Bu kim?' diye. Koca Mehmet, 'Ana, İstanbul'dan kaçırdım. Bu Nigar.' derken annesi hiddetlendi ve 'Defolun burdan! Gözüm sizi görmesin! Ben ne idüğü belirsiz bir kızı gelinim diye sevemem!' diye bağırdı. KOVULAN AŞIKLAR GECENİN KARANLIĞINA KARIŞIR Koca Mehmet ve Nigar kovulmuşlardı. Gecenin karanlığında geldikleri yöne doğru yollandılar. Annesi tarafından kovulan, yanındaki genç kızla sokakta kalan genç adam için yaşananlar önemsizdi. Hiçbirşey umurunda değildi. Nigar'ı çok seviyordu. Onun için mutluluk Nigar'dı... O gece iskelede bir handa kaldılar. Ertesi gün Koca Mehmet, kiralık ev aramaya başladı. Birikmiş parası vardı. Üç gece handa kaldıktan sonra aradıkları evi Hacet Mahallesi'nde buldular. İki katlı eski bir Alanya evinin bodrum katıydı. Çok küçük bir ev sayılmazdı. Koca Mehmet, inançları güçlü bir gençti. Nigar'ın yaşının küçük olması nedeniyle resmi nikah kıyamıyordu. İmam nikahı kıyana kadar da genç kıza dokunmadı... NİGAR HAMİLE KALIR... Koca Mehmet, bir süreliğine meyve-sebze tüccarlığı işine ara vermiş, asıl mesleği olan terziliğe dönmüştü... Günler günleri izlemiş, Nigar, ağzı burnunda bir gelin olmuştu. Koca Mehmet'i babalık heyecanı sarmıştı. Nigar'ın son sancısında Koca Mehmet soluk soluğa hükümet ebesini buldu. Kapının önünde elleri titreye titreye bekleyen Koca Mehmet, Nigar'ın çığlıklarından içeride zorlu bir doğum olduğunu anlamıştı. Ve bebeğin cılız çığlığını duydu. Heyecanı katlanmıştı. Ayağa kalktı ve bebeğini kucaklamak üzere kapının aralanmasını beklemeye başladı... Bekliyor, bekliyor ancak eski evin trakasında (eski evlerdeki kapı örtme-açma sistemi) hiçbir hareket göremiyordu. Derken cılız bir çığlık daha duydu. Cılız çığlıklar birbirine karışmıştı... İKİZ KIZLARI OLMUŞTU... Hükümet ebesi trakaya basıp, açtığında her iki eli de doluydu. Koca Mehmet ikiz babası olmuştu. Bebeklerin ikisi de kızdı. Yüzünde bir tebessüm belirdi. Çocuklarının yüzüne parmaklarıyla dokundu. Bir kez daha dokundu. Kız bebeklere Emine ve Fatma adlarını verdi. Minik bebeklerinin kulaklarına ezan okurken içi içine sığmıyordu... Koca Mehmet ve Nigar, ikiz bebekleriyle çok mutluydular. Nigar günler geçtikte buruklaşmaya başladı. Nedeni de uzun süredir anne ve babasını, kardeşlerini görmemesiydi. Koca Mehmet'le Alanya'ya kaçmış, ailesinden bir daha haber alamamıştı. Bebekler 8 aylıkken, Koca Mehmet'e, 'İstanbul'a gidelim. Ailem Emine ve Fatma'yı görünce belki yumuşayıp, bizi affeder' dedi. BELKİ AFFEDERLER UMUDU İLE İSTANBUL YOLUNU TUTUYORLAR Koca Mehmet de Nigar'ın burukluğuna üzülüyordu. 'Tamam' dedi, 'Ama İstanbul'dan da kovulabileceğimiz ihtimalini unutma Nigar' diyerek eşini uyardı... 1946 yılının soğuk bir sabahında, Koca Mehmet Emine'yi, Nigar Fatma'yı kucakladı. Koca Mehmet'in sol elinde portakal, muz, ceviz dolu bir çuval vardı. İstanbul'a gidiyorlardı. Endişeliydiler. Nigar'ın içi içine sığmıyordu. Ne olursa olsun, anne ve babasına koşup, onları kucaklayacak, ellerini öpecekti. Af dileyecekti. Çok mutlu olduğunu söyleyecekti... Sabah saat 06.00'da Alanya iskelesinden Nacat vapuruna bindiler. Dalga sesleri ve vapur düdüklerinin yankılandığı uzun bir yolculuk sonunda İstanbul'da karaya çıktılar. Dodge marka bir minibüs taksinin arka koltuğunda Sarı Tevfik'in evine vardılar. Nigar, genç bir kız olarak çıktığı evine, ikiz çocuk annesi olarak dönüyordu... SARI TEVFİK KIZINI VE DAMADINI AFFETTİ Evin kapısını çaldıklarında Sarı Tevfik, karısı ve çocukları akşam yemeğindeydi. Kapıyı Nigar'ın annesi açtı. Karşısında kızını görünce gözyaşlarına boğuldu ve kızını sımsıkı kucakladı. Sarı Tevfik de aynı tepkiyi verdi. 'Hoşgeldiniz' dedi, 'Niye gelmediniz bu kadar uzun süre? Biz çok mu zalimiz? Biz sevenleri ayırır mıyız sanki?' diye sitem etti. Koca Mehmet ve Nigar, hiç ummadıkları bir tepkiyle karşılaşmışlardı. Tüm endişeleri sona ermişti. Eve girdiklerinde sevimli bebekler Emine ve Fatma çoktan kucaktan kucağa dolaşmaya başlamıştı... NİGAR FENALAŞIP HASTANEYE KALDIRILIYOR... İstanbul'daki üçüncü günleriydi. Koca Mehmet, evden çıkmış, İstanbul'da geziyordu. İkindi saatlerinde eve döndüğünde, evde sadece çocuklarıyla 13 yaşlarındaki baldızını buldu. Nigar, birden fenalaşmış, hemen Gülsuyu Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Koca Mehmet, koşa koşa Gülsuyu Hastanesi'ne ulaştığında kapıda Sarı Tevfik ve gözyaşları içindeki kaynanasını gördü. Nigar komadaydı. Henüz 16 yaşındaydı ancak kalp krizi geçirmişti. Yıllar kadar uzun geçen saatlerin ardından yoğun bakım ünitesinden çıkan doktorun yüzü kanlarını dondurdu. Doktorun yüzünde hiçbir yaşam belirtisi yoktu... Nigar, kalp yetmezliğinden ölmüştü. Sarı Tevfik, eşi ve Koca Mehmet aynı anda hıçkırıklara boğuldular. Koca Mehmet'in, 'Nigarım! Ölemezsin sen! Çok gençsin!' ağıtlarıyla dolu çığlıkları Gülsuyu Hastanesi'ni inletti, ölüm döşeğindeki hastaların bile şuurunu açtı... Koca Mehmet'in içi yanıyordu. İKİZ KIZLARI İLE İSTANBUL'DA YAPAYALNIZ KALMIŞTI İkiz bebekleriyle İstanbul'da bir başınaydı. Nigar'ı Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verdiler. Koca Mehmet, Nigar'ın mezarı başında saatlerce oturdu, mezara sürekli birşeyler fısıldadı... Nigar'ı, son saatlerinde yaşama döndürmeye çalışan doktor Koca Mehmet'i çağırtmıştı. Koca Mehmet, Gülsuyu Hastanesi'nde doktoru buldu. Doktor, 'Delikanlı, bu iki bebeğe tek başına bakman mümkün değil. Bebeğin birini evlatlık verelim. Benim tanıdığım bir kaymakam var. Çocukları olmuyor. Uzun süredir benden evlatlık alabilecekleri bir bebek bulmamı istiyorlar. Bak, sıradan bir aile değil. Adam kaymakam. Kızının geleceği kurtulur' dedi. Koca Mehmet, bu teklife önce 'Hayır' dedi ancak doktorun ikna kabiliyeti devreye girince 'Tamam' dedi. KAYMAKAM ÇİLOĞLU HÜSEYİN BEBEĞİN BİRİNİ ALIR ADINI TANSU KOYAR Kaymakamın kim olduğunu sorduğunda, 'Çiloğlu Hüseyin' yanıtını aldı... Fatma'ya oranla daha hareketli ve daha sağlıklı gözüken Emine, Kaymakam Çiloğlu Hüseyin ve eşinin dikkatini çekmişti. 'Biz Emine'yi istiyoruz' dediler. Ardından, Çiloğlu Hüseyin, eşi ve Koca Mehmet, bir nüfus dairesine gittiler. Kaymakam, kısa sürede nüfus işlemlerini tamamlatmış, Koca Mehmet'in imzasıyla Emine'yi nüfusuna yazdırmıştı. Çiloğlu Hüseyin, Koca Mehmet'e dönerek, 'Kızın adını değiştirdim. Emine ismini sevmedik. Bebeğe 'TANSU' adını koyduk' dedi. Koca Mehmet, minik bebeğini kucağında sımsıkı tutuyordu. Sık sık öpüp, kokluyordu. KIZI EMİNE'Yİ GÖRMESİ YASAKLANDI... Kaymakamın eşine Emine'yi, yeni adıyla Tansu'yu uzatırken içi titredi ve 'Ben de sizinle geleyim. Evinizi öğreneyim de, arasıra gelip kızımı göreyim' dedi. Kaymakam, 'Olur' dediyse de eşi şiddetle karşı çıktı. Sert bir ses tonuyla, 'Olmaz. Kızını gelip görürsen, gerçek anne ve babasının biz olmadığımızı anlar. Kızını asla göremezsin!' dedi. (Sonraki yıllarda Çiller, anne ve babasını anlatırken 'Babam bana 'Dünyanın sekizinci harikası' derdi. Annem daha sertti' diyecektir...) Çiloğlu Hüseyin, genç babayı teskin etti: 'Merak etme. Kızına çok iyi bakacağız. Asla gözün arkanda kalmasın.' Koca Mehmet, mutluluktan uçarak geldiği İstanbul'da önce eşi Nigar'ı, ardından kızı Emine'yi kaybetmişti. Tüm yaşananlar, arabesk bir filmin senaryosuna benziyordu. İnanılmazdı, Koca Mehmet de başına gelenlere inanamıyordu. Sulu göz bir adam haline gelmişti. Yüreği yanıyordu. Alanya'ya dönerken, Sarı Tevfik ve eşi, 'Nigar'ımızdan bize kalan son hatıra Fatma'yı bizimle bırak' dediler. Koca Mehmet, 'Yine gelir, Fatma'yı görürüm' düşüncesiyle bebeğini Sarı Tevfik'e bıraktı... Koca Mehmet, bu kez Tran vapurunda yapayalnızdı. Nigar, Emine ve Fatma ile geldiği deniz hattından, Nigar'sız, Emine'siz ve de Fatma'sız dönüyordu. Alanya iskelesinde vapurdan indiğinde gözleri donuk, bakışları anlamsızdı. O neşeli, esprili, güleryüzlü genç adamdan eser kalmamıştı. Hacet'teki evine ulaşıp, trakayı ittiğinde bomboş evi gördü ve gözyaşlarına boğuldu... VE 58 YIL SONRA ŞOK İDDİA! Gerisini, bugün 81 yaşında olan Mehmet Kocaman'dan dinliyoruz: 'Alanya'ya döndükten 1 yıl sonra kızım Fatma'yı görebilmek için İstanbul'a gittim. Nigar'ın anne ve babası kirada oturuyorlardı. Evlerine vardığımda başka bir aile buldum. Nigar'ın anne ve babası o evden taşınmışlar. Yeni kiracılar ve ev sahibi, nerede olduklarını bilmiyorlardı. Kayınpederimin ticaretle uğraştığı Gürün Han'a gittim. Kayınpederimin dükkanının yerinde bir baharatçı açılmıştı. Sordum, soruşturdum, kimse bilmiyordu. Herhalde İstanbul'dan taşınmışlardı. Çok aradım ama bulamadım. O gidişimde Zincirlikuyu Mezarlığı'na gidip, Nigar'ın mezarını ziyaret ettim. Sonra da Alanya'ya döndüm. Nigar, kızlarım Emine ve Fatma, bugüne kadar hiç aklımdan çıkmadı. Ama kimseye de anlatmadım. Kendi eşime bile anlatmamıştım. Alanya'ya döndükten sonra ailemin yönlendirmesiyle evlendim. 2'si kız, 4'ü oğlan olan 6 çocuğum oldu. Oğlumun birini trafik kazasında kaybettim.' 'TANSU ÇİLLER BENİM KIZIM!' 'Tansu Çiller, siyasete atılıp, televizyonlarda çıkmaya başladığında kızımı tanıdım. 1946 yılında Çiloğlu Hüseyin adlı Kaymakam'a evlatlık verdiğim ve o gün nüfusa 'Tansu' adıyla kaydedilen kızım Tansu Çiller'di. Tansu Çiller televizyonda konuşurken, haberi yayınlanırken elimde olmadan ağlamaya başlıyordum. Eşim bu durumu farketti. Sordu, önceleri 'Birşey yok. İçimden ağlamak geldi' dedim ama sonra anlattım. Eşime, 'Tansu Çiller benim öz kızım. Onu 1946 yılında evlatlık vermiştim' dedim. Olayları anlattım. Zaten o yıllarda benim İstanbul'dan kız kaçırdığımı ve Alanya'da bir süre yaşadığımı herkes bilir. Bugün bile o günlerin şahitleri vardır.' 'TANSU'NUN ÜVEY ANNE VE BABASI ÖLÜNCEYE KADAR BEKLEDİM' 'O gün Tansu'yu evlatlık verirken, bana sıkı sıkı tembih etmişlerdi 'Kızını gelip, asla görmeyeceksin' diye. Bu yüzden Tansu Çiller'in sonradan vali olan üvey babası Hüseyin Necati Çiller ve üvey annesi Muazzez Çiller ölünceye kadar kimseye birşey söylemedim. Babası önce öldü, annesi sonra öldü. Muazzez Hanım da ölünce haber yolladım kızım Tansu'ya. 'Gelip, beni görsün' dedim. Benim paraya pula ihtiyacım yok. Benim arsalarımın metrekaresini ben kendim bilmem. Gelsin Alanya'ya, topraklarımın bir bölümüne ev yaptırsın, arada sırada da olsa gelip, otursun. Hani televizyonlarda çıkıyor bazı adamlar, para koparmak için ünlü sanatçıların anne ya da babası olduklarını söylüyorlar ya; ben o insanlardan değilim. 81 yaşındayım, ne paraya, ne pula ihtiyacım var. Ben sadece kızımı görmek, onunla konuşmak, ona o günlerde neler yaşadığımı, niçin onu evlatlık vermek zorunda kaldığımı anlatmak istiyorum.' 'KIZIM TANSU BANA ÇELİK'İ YOLLADI' 'Bir gün evde oturuyordum. Evin önünde iki üç tane lüks araba durdu. Kızım Tansu'nun DYP Genel Başkanı olduğu günlerde Antalya Milletvekili olan Kemal Çelik, beraberinde kameramanlarla geldi. Kemal Çelik'i Tansu yollamış. Demek ki kızım sonradan evlatlık olduğunu anlamış ki, şüphelenip, bana adam göndermiş. O gün kameraya benim görüntümü aldılar. O olayları anlattırdılar. Sonra bana, 'DNA testi yapılmasını ister misin?' diye sordular. Ben, 'Her türlü teste hazırım. Tansu Çiller'in benim kızım olduğuyla ilgili hiç şüphem yok' dedim. Sonra kızım kabul etmiş. 'Doğru olabilir, DNA'ya gerek yok. Ben ona inanıyorum' demiş.' 'SOL BACAĞINDA BEN'İ VARDI!' 'Kızım Emine bebekken uyanık bir çocuktu, Fatma ise sessiz ve garipti. Emine'nin sol bacağında, diz üstünde bir ben'i vardı. Ben bunu da söyledim. Herhalde kızım Tansu, sırf bacağındaki ben'ini bilmem sayesinde bana inandı. O benim evladım. Bu çok zor bir durum. Kızım Tansu'ya buradan seslenmek istiyorum. Yavrum, ben senin gerçek babanım. 81 yaşındayım. Gel bul beni. Bir kez sana doya doya bakayım. Yavrum diye sana sarılayım...' ESKİ BAŞBAKAN TANSU ÇİLLER KİMDİR? 1946'da İstanbul'da doğan Tansu Çiller, Bilecik Valiliği'nden emekli olan Hüseyin Necati Çiller ile Muazzez Çiller'in tek çocukları. 1898'de Muğla'nın Milas İlçesi'nde dünyaya gelen Hüseyin Necati Çiller, Mülkiye'de eğitim aldı, maliye okudu. 1920'lerin başında Vakit Gazetesi'nin Ankara muhabiri olan Necati Çiller, 1925-1927 yılları arasında Muğla'da Akyol adlı gazete çıkardı. Tansu Çiller'in annesi Muazzez Hanım ise Balkan Savaşı yıllarında Selanik'ten göç eden bir aileye mensup. 1950 seçimlerinden sonra Başbakan Adnan Menderes, Necati Çiller'i Bilecik Valiliği'ne atadı. 1954 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden Muğla adayı olan Necati Çiller, DP Muğla'dan tulum çıkarınca, seçimi kaybetti. CHP'den aday olmanın bedeli ise valilikten emekli edilmesiydi. Robert Koleji mezunu olan Tansu Çiller, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü bitirdi. Doktorasını Connecticut Üniversitesi'nde verdi. 1978 yılında doçent, 1983 yılında profesör oldu. Çiller, 1990 yılı kasım ayında Doğru Yol Partisi'nden politikaya atıldı. 1991 yılı seçimlerinde İstanbul'dan milletvekili seçildi. Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile kurulan ve Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev aldı. Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilerek başbakanlık görevini bırakmasından sonra DYP genel başkanlığına aday oldu. 13 Haziran 1993 tarihli DYP olağanüstü genel kurulunda İsmet Sezgin ile Köksal Toptan'ı geride bırakarak Genel Başkan seçildi ve Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı oldu. 5 Nisan kararlarıyla Türk ekonomisinde bir döneme imza attı. 1995 seçimlerinden sonra kurulan Refah-Yol hükümetinde Başbakan Erbakan'ın Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak çalıştı. İki erkek çocuk annesi olan Çiller, İngilizce ve Almanca biliyor.   KOCA MEHMET'İN İDDİALARINI DESTEKLEDİĞİ ÖNE SÜRÜLEN UNSUR VE BENZERLİKLER 1- Tansu Çiller, 1946 yılında İstanbul'da doğdu. Koca Mehmet de kızını 1946 yılında evlatlık verdiğini ve İstanbul'da nüfusa kaydının yaptırıldığını söylüyor. 2- Tansu Çiller'in babasının adı Vali Hüseyin Necati Çiller. Koca Mehmet, kızını evlatlık verdiği kişinin 'Çiloğlu Hüseyin' olarak tanınan bir kaymakam olduğunu söylüyor. 3- Koca Mehmet, kızı Emine'nin adının nüfusa 'Tansu' olarak kaydedildiğini söylüyor. 4- Tansu Çiller'in babası emekli Vali. Koca Mehmet de, evlatlık verdiği kişinin o günlerde kaymakam olduğunu, daha sonra valiliğe yükselmiş olabileceğini söylüyor. 5- Tansu Çiller, annesinin sert bir kadın olduğunu söylüyor. Koca Mehmet de, evlatlık verirken kızını zaman zaman görmek istediğini belirttiğinde, Çiloğlu Hüseyin'den tepki almadığını, ancak eşinden sert tepki gördüğünü söylüyor. 6- Tansu Çiller'in kardeşi yok. Bu durum da 1940'lı yıllarda her Türk ailesinin ortalama 4 çocuklu olduğunu düşündürüyor. Koca Mehmet'in 'Evlatlık alındığının kanıtı' dediği konulardan birisi de bu. 7- Mehmet Kocaman'ın ikinci eşinden doğan kızı Fatma'nın Tansu Çiller'e çok benziyor oluşu. 8- Mehmet Kocaman'ın 1940'lı yıllardan İstanbul'dan bir kız kaçırdığının Alanya'da biliniyor oluşu. 9- Tansu Çiller tarafından, Mehmet Kocaman'ın görüntüsünün alınması için Kemal Çelik'in Alanya'ya kameramanlarla yollanması. /YENİALANYA.COM


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —