İster toplumda, ister millette yaşanan olayları gözlemek isterseniz, aileden ve kadından başlamanız gerekir.
O zaman kadın ve aile kavramı hakkında ortak bir bilgi için, her iki kavrama da bir göz atmak gerekir.
KADIN!..
Hurafeler ve kutsal inanışlar ile ilgili olanları bir kenara bırakarak, kadının ilk ne olduğundan başlayalım.
İnsanın yetişkin dişi cinsine, kadın deniliyor. Bu noktaya gelinceye kadar da kız çocuk, kız gibi tanımlanan evrelerden geçiyor.
Tarihsel sürecine bakınca da, ta ilk çağlara kadar gitmek gerekiyor.
İlk çağlarda insanların ağaç kovuklarında, mağaralarda yaşadığı, AVCI TOPLAYICI dönemde de bir çok canlı gibi kadın da vardır.
Bütün canlılarda olduğu gibi İnsan ırkı da, neslini devem ettirmek gibi bir iç güdü, kod ile doğup, yaşama bağlanıyor.
İşte burada bu gün pek unuttuğumuz bir durum var, kadın üretken ve doğurgan bir varlık; bu nedenle de neslinin devamı için en güçlü karşı partnerini, eşini bulmak durumunda. Daha açık bir anlatım ile, kadın doğuracağı çocuk için en güçlü erkekten dölünü almak zorunda. Bu da kanına bir seçicilik, dominant özellik sağlıyor.
Tarım toplumu ile birlikte, yerleşik düzen geçen insanlıkta, aile kavramı oluşmaya başlıyor, işte burada da dominant doğurgan ve üretken yeteneği ile de, ANAERKİL bir toplum düzeni başlıyor.
Bu tür yazınlarda polemiğe yer vermemek için İslam Ansiklopedisi'nden bir alıntı yaparsak:
".... İnsan hayatının kaynağı olması, doğurganlığı ve verimliliği sebebiyle kadın ilâhlaştırılmış, tabiatla olan benzerliği sebebiyle tabiatın sembolü sayılarak verimlilik ilâhesi olarak tasvir edilmiş, böylece bereket tanrıçası veya ana tanrıça kültü oluşmuş, neticede Kybele, Artemis, Demeter, Astarte, Isis, Afrodit veya Venüs adlarıyla kişileştirilerek tapınma konusu olmuştur".
Yaşadığımız topraklar ve kültürü açısından devam edersek, eski Anadolu'da yaşayan uygarlıklarda kadın, bereket ve verimlilik sembolü olan "Ana Tanrıça" kültü/tapınma sembolü olarak, Hititler ve sonrası Frigler döneminde de sürmüştür.
Ailenin ve zamanla da topluluğun büyümesi ile dar alandaki; gerek kaynakların azalması, gerekse de bölgesel hakimiyet sağlama çabaları, yerleşik topluma geçildikçe, toplumlar Anaerkil aileden, ATAERKİL aileye geçmiştir. İşte bu süreç, bir çok toplumda bu gün yaşanan kadının "saygınlık yitirmesinin" de kaynağı olmuştur.
Günümüzde çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmış toplumlarında kadın ve erkek gibi tanımlar sosyal yaşamın bir parçası olsa da, üretim ve yönetim gibi kişisel yeteneklerin ve eğitimim öne çıktığı süreçlerde; cinsiyetten öteye yetenek, beceri gibi durumlar ortaya çıkmakta ve bu durumu da, kendisi için önemli olan verimlilik ve kâr süreçleri olan Kapitalist sistem de bu süreçler, kadının lehine işlemektedir.
Genellikle kadınlara yönelik cinsiyet ayırımcılığı, türü ve derecesi farklı olsa da, birçok dini öğretisinde görülmektedir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Hinduizm dini inanışlarında bir takım farklılıklar olsa da, kadının ikincil, toplumsal hayattan sınırlayıcı hükümleri bulunmaktadır.
Toplumumuzda, kırsal kesim ile şehir ve kasabalarda Kadının rolünü ve statüsünün çok farklı olarak görmekte olsak da; İslam dininde ilke olarak kadına karşı eşitlikçi tutum olmasına karşın, ne yazık ki dinin bir çok farklı yorum geleneğinde, ataerkil toplumdan miras, kadına karşı diğer dinlerde ki gibi ikincil konum hasredilmeye ve sanki bu dinin temel öğretisi imiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
İlke olarak temel alınacak kutsal kitap ve peygamberinin yaşamı olsa da, günümüzde bir çok yapı, kutsal kitabın yorumlarından çıkardığı anlamlar ile, kadının değersiz ve aşağı olarak “öteki” konumuna indirgenmesine ve pratikte de bu olumsuzlukların yansımasına yol açmaktadır.
Günümüzden geçmişe bakınca bilim ve tarih sosyal ve kültürel alanda kendi atılımlarıyla başarılarını kanıtlamış; düşünce ve inanç kaleleri oluşturmuş kadınlara rastlamak mümkündür.
Yaşadıkları olumsuz koşullara karşın, kendilerini kuşatan, tehdit çembere rağmen sorumluluk bilinciyle hareket ederek akıl ve din bakımından erkekten farklı olmadığını ortaya koyan Firavun’un karısı İmran'ı, İsa’nın annesi Meryem'i, Muhammet Peygamber’in eşi Hatice'yi görmezlikten gelemeyiz.
Dün ve bu günde kırsal kesimde üretimin içinde olan kadınlar, erkekler ile omuz omuza olmuşlar ve yaşamışlardır.
Aynı durum bu gün de çağdaş üretim araçları ve aldıkları eğitim ile kadınlar da erkekler ile omuz omuza ve dayanışarak üretimin içinde yer almakta ve toplumsal roller konusunda da yarışmaktadılar.
Burada bir konu, sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kadın, eğitim konusunda ya cahil bırakılmaktadır ya da bilinçli olarak "beyni yıkanıp", bu kadar aydınlık bir dünyada, o kara karanlığın içine itilmektedir.
Sorun giyim kuşam gibi gösterilse de, sorun ailede aydınlanmanın kaynağı olan kadın ve anne soruna gelip dayanmaktadır.
Kendilerini bir şekilde "feda etmiş" olsalar da, sokaklarda el ele tutuşup okullara giden analı kızlı manzaralar, hem ülkemizin hem de insanlığın yüz akı olan manzaralar olması,
Ne güzel!...