CÜNEYT BOL

Tarih: 20.04.2025 09:36

ANTALYA’DAKİ KANSER MERKEZLERİ İŞTE BU YÜZDEN DOLU

Facebook Twitter Linked-in

Antalya, bir yandan tarım cenneti olmasının avantajlarını yaşarken, öte yandan önemli bedeler ödüyor.

Seralarda düzensiz ve kalitesiz tarım ilaçları kullanımı çiftçi ve halkta ölümcül hastalıklarının artışına yol açarken, ülkemizden yurtdışına ihraç edilen tarım ürünlerindeki hastalık, küf, bakteri ve insanlar için zararlı maddelerin bulunması Türkiye’nin ekonomisine ve güvenirliğine büyük darbeler vuruyor.

Antalya’daki Devlet Hastanesi ve Eğitim, Araştırma Hastanesi, AÜ Tıp Fakültesi Hastanesi ve özel hastaneler gibi sağlık merkezlerindeki kanser tedavi üniteleri çoğu zaman tıka basa dolu oluyor.

Özellikle Kumluca ve Finike gibi örtü altı tarımın yapıldığı ilçelerde kanserin fazlaca görülmesinin nedenleri arasında ilk sırayı tarım zehirleriyle üreticilerin bilinçsizce haşır neşir olması yatıyor.

Sulanan ürünlerden ve sera atıklarından toprağın altına sızan tarım ilaçları, yeraltı sularını da kirleterek bu zehirli suyu kullanmak zorunda olan halkı da zehirliyor ve kanserin pençesine atıyor.

Antalya’da sera üretimi yapan ve zehirli tarım ilacı kullanılan ilçeleri şöyle sıralamak mümkün; Aksu, Kepez, Kumluca, Serik, Manavgat, Alanya ve Gazipaşa... Korkuteli ve Elmalı'da ise yayla seraları yer alıyor. 

Özetle; Antalya’daki hangi kanser tedavi merkezine giderseniz gidin, bu ilçelerden kanser tedavisi görmeye gelen çok sayıda çiftçimizle mutlaka karşılaşırsınız..

***

Elbette kanser tedavi merkezlerindeki kalabalığın nedeni sadece tarım ilaçları değil.

Antalya’nın aldığı iç göç de tedavi merkezlerindeki bu kalabalığın sürekli artmasına neden oluyor.

Örneğin 53 bin insanımızın vefat ettiği 6 Şubat Kahramanmaraş Depremi’nin ardından sağ kalan halkımızın ciddi bir bölümünün Antalya’ya göçmesinin ardından da bu merkezlerdeki hasta sayısı ciddi oranda artmıştı.

Depremin vurduğu 11 kentimizde tedavi gören ve Antalya’ya göçen kanser hastası vatandaşlarımız da yarım bıraktıkları tedavilerine geldikleri turizm kentinde devam etmişler ve böylelikle hasta sayısı ciddi oranda yükselmişti.

Kışın kentimizdeki hava kirliliği ve egsoz gazı yoğunluğu ile yazın da aşırı ultraviyole ışınına maruz kalmanın kanser vakalarının artmasına neden olduğu tartışılmaz bir gerçek. Yani Antalyalılar kanser riski ve tedavisi konusunda giderek daha ağır yüklerin de altına gidiyor.

***

Gelelim vatandaşı zehirleyen tarım ilaçları ile ülkemizden yurtdışına ithal edilen ürünlerin üzerinde tespit edilen zararlıların hayati etkilerine;

1- Türkiye’den Bulgaristan’a gönderilen taze biberlerde bir pestisit türü olan formetanat tespit edildi. Ürün izin verilen miktarın 15,7 katı bu maddeden içeriyordu. Biberler sınırdan döndü. (Formetanate, tarımda yaygın olarak kullanılan bir pestisittir ve yüksek dozda tüketildiğinde insan sağlığına zararlı etkiler yaratabilir. Bu kimyasalın bu kadar yüksek seviyelerde bulunması, pestisit kullanımında denetim ve uygulama süreçlerinde ciddi eksikliklerin olduğunu göstermektedir)

2- Fransa’nın Türkiye’den aldığı kuru incirlerde Aflatoksin B1 saptadı. Finlandiya da incirleri tehlikeli koduyla sınırdan reddetti. Yine Almanya Aflatoksin B1 nedeniyle kuru incir ve kuru üzümleri geri gönderdi.

(Özellikle güçlü bir kanserojen etkiye sahip olan aflatoksin B1, başta karaciğer kanseri olmak üzere siroz ve akut nekroz gibi ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

3- Almanya Türkiye’den aldığı organik kuru incirlerde izin verilenin 5,1 katı Aflatoksin B1 tespit edildi.

4- Almanya ereksiyon tedavisinde kullanılan sildenafil tespit edilen çikolatalar tehlikeli koduyla reddedildi.

5- Bulgaristan Türkiye’den gelen biberlerde bir pestisit olan fenamiphos tespit etti. İzin verilen sınırın 8.8 katı fenamiphos miktarı ölçüldü.

Fenaminphos: Bitki parazitleri... Bitkilerin kılcal köklerinde ve kök-büyüme konisi (uç kısmı)nde styletlerini doku içerisine batırarak buradan bitki öz suyunu emerler. Nematod türüne ve yoğunluğuna bağlı olarak bitkilerde gelişme geriliği, solgunluk ve verimde azalmaya neden olurlar.

6- Polonya Türkiye'den gelen kuru kekik, Almanya ve Hollanda fındıklı tatlıları piyasadan çekti.

7- Fransa Türkiye’den aldığı armutlarda diflubenzuon (Böcek ilacı)ve pyriproxyfen (Böcek ilacı) tespit etti.

8- Hırvatistan, Türkiye menşeili kuru incirlerde yüksek miktarda Aflatoksin B1 saptadı.

9- İsviçre Türkiye’den aldığı kurutulmuş biberiyede salmonella (Bağırsak yolunu etkileyen bir tür bakteri. Yaşlılar, bebekler ve bağışıklık sistemi yetersiz olan kişilerde hastalık daha ciddi seyreder.) tespit etti. Ürünleri ‘tehlikeli’ koduyla piyasadan geri çekti.

10- Fransa, Almanya üzerinden gelen Türkiye menşeili narlarda yedi çeşit pestisit buldu.

11- Türkiye’den Bulgaristan’a gönderilen antep fıstıklarında izin verilen limitin 3,95 katı Aflatoksin B1 saptadı.

12- Fransa Türkiye’den aldığı armutlarda diflubenzuon ve pyriproxyfen tespit etti.

Avusturya, Türkiye’den aldığı kabaklarda 4-Klorofenoksiasetik asit tespit etti. (Bu pestisin akut toksik etkileri kas sistemi ve MSS üzerinde olmakta. Klorofenoksiasetik asitlerle akut zehirlenmelerde ölüm oranı yüksek.)

***

Özetle şunu demek istiyorum;

Bu tren böyle gitmez! Sera üretimi yapan koca koca ilçelerimiz var. Buralarda ucuz diye kalitesiz Çin ilaçları kullananlar var, ilaçların dozunu kafasına göre 10 kat, 15 kat artıranlar var, İlaçlı ürünleri bekletme süresi dolmadan piyasaya sürenler var, zehirli tarım ilacı kutularını yollara, doğaya atanlar var...

Hadi bunlar var da, hastalıklı, bakterili ürünleri yurtdışına göndermeye çalışanlar da var... İlaçlamayı maskesiz, eldivensiz yapanlar, zehirli sera bitki atıklarını yolların kenarına dökenler de var. Son gelen bilgilere göre, adam yurtdışına çikolata ihraç etmiş, çikolatanın içinde erkeklerin cinsel gücünü artıran madde var. (Yavv arkadaş, elin yabancısına zorla grup seks mi yaptıracaksınız, derdiniz ne:)

Sonuç olarak; Ülkemizin ve cennet kentimizin çağdaş ülkeler standartlarında üretim ve satış bilincine ihtiyacı var. Tarımda yasaklı maddelerin kullanılmasından, ucuz ilaçların tercih edilmesinden, vahşi sulamadan vazgeçilmesi gerekiyor. Çağdaş teknolojilerin ve dijital uygulamaların peşine düşmek gerekiyor.

Elbette şunu söylemeden geçmek olmaz; Türk çiftçisi kendisini kaderine terkedilmiş gibi hissediyor. Felaket yaşıyor, yanında devlet yok, üretim yapacak ortada destek yok... Böyle giderse tarım da bitecek, hayvancılık da...


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —