İBRAHİM UYSAL

Tarih: 16.04.2025 09:28

BABALARIN KADERSİZ OĞULLARI

Facebook Twitter Linked-in

Aslında bu yazımı 18 ya da 19 Mart günlerinden birinde yazmayı düşünmüştüm. Benim dışında gelişen bazı sebeplerden dolayı elim hiç bir şeye vardı ve kısmet bugüneymiş!..

Neresinden başlasam, bilmem ki!..

Dedesi, Rauf DENKTAŞ (27 Ocak 1924 - 13 Ocak 2012),

Babası Raif DENKTAŞ (26 Ocak 1951 - 26 Aralık 1985),

Ve kendisi torun Can DENKTAŞ.

O'nun Dedesi, Kıbrıs Türklerinin Babası.

Öyküsü Türkiye Cumhuriyeti gibi 20'nci yüzyılın başında başlar ama O, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ninn öyküsünü 1955 yılında Enosisle mücadelede ve EOKA karşısında Kıbrıs Türklerinin direnişini örgütleyerek yazmaya başlar. O yılların Rumlarla birlikte olan Hükümetindeki görevinden 1958'de yılında hükûmetinden istifa eder ve daha sonra Kıbrıs Türklerinin Devletinin temelini oluşturacak olan Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) arkadaşları ile birlikte 1 Ağustos 1958'de kurar.

Kıbrıs Türkleri için resmi ve sivil toplum kuruluşlarında bir çok görevler üstlenir ama asıl öyküyü Başbakan Bülent Ecevit Hükümeti'nin 20 Temmuz ile 18 Ağustos 1974 tarihleri arasında başlattığı ve başarıya ulaştırdığı KIBRIS HAREKATINDAN sonra, 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin Devlet ve Meclis Başkanı olması ile yazar.

Üzgünüm ki yaşam herkese ne yaparlarsa yapsınlar öyle güzel öyküler yazmıyor.

Rauf'un Oğlu, Can'nın Babası Raif'e gelirsek O, iyi bir eğitim almış değerli bir besteci, siyasetçi, akademisyen, gazeteci ve yazardı. Ne yazık ki 1985 yılı 26 Aralıkta, onun da öyküsü askeri bir araç çarpışma ile son bulacaktı.

Hani kaynağı bir çok yere dayandırılan bir söz vardır, "Kul/İnsan plan yapar, Tanrı gülermiş!..", diye. İşte bir çok insan için kendilerinin, ailelerinin bu kişiler için yazdıkları/ düşündükleri/ planladıkları öyle öyküler vardır ki, hiç birisi hiç de o senaryoya uymaz.

Sen koskoca Rauf Denktaş ol, o kadar eğitim ve mücadeleden sonra harcadığın bir ömür ile; herkes huzurlu ve mutlu olsun, yaşasın diye bir KKTC kur ama bu topraklarda oğlun bir askeri araç çarpması sonunda ölsün. Sen de ölünce, "Beni oğlumun yanına /koynuna gömün" desen de, sen artık yalnız Can'ın dedesi, Raif'in babası değilsin artık, Kıbrıs Türkleri de seni kendi bağırlarına 17 Ocak 2012 günü, yaptıkları bir devlet töreniyle Lefkoşa'daki Cumhuriyet Parkı'nda en başköşeye koyarlar.

Ali Hocanın, yüzlerce sayfa tutan "Yaşamın Temel Kuralları" adlı ders kitabının kapağı"YAŞAMAK SAVAŞMAKTIR" diye yazar. Gerçekten de yaşamak savaşmaktır, bu bazen zafer kazanmak ile sonlandığı gibi bazen de kayıplar ile son bulur.

Yaşadığı topraklar için dağlarda aç, sefil yıllarca savaşmış, bir devlet kurmuş adamın torunu olmak elbette ki onurdur ama yaşam herkese kendi öyküsünü yazdırır desem de, bazılarının öyküleri de babalarının, analarının eliyle, hatırıyla da yazıldığını görüyoruz günümüzde.

Can, yaşamını kendi elleri ile kurmak istiyordu. Kamuda istediği her türlü olanağa sahip olabilirdi, hatta kamunun/ devletin her türlü olanağını kullanabilirdi ama yapmadı, Kıbrıs'ta turizm sektöründe işler yapmak istedi ama dönem hiç de onun istediği şartlarda değildi; borç, maddi sıkıntılar, mahkemeler, icralar ve çıkmaz sokağa giriş.

Dedesinin eşi bütün borçlarını öderse de, bazıları için önemli olan her ne olursa olsun değildir yaşamak, YAŞAMAK BİR ONURDUR. İşte Can da böyle bir yolu seçti, onurlu yaşamak.

Hani bir zamanlar Varlık Dergisinde çıkan bir öykü vardır.

İngiltere'de Birleşik Krallığın Maliye Bakanlığı Müsteşarı emekli olduktan sonra, her akşam mahallesindeki bara gider, parasını peşin öder ve bir iki kadeh viskisini içer evine gidermiş.

Bir gün cüzdanını yanına almamış ve barmane bir kadeh viski istemiş. Barmen, kasaya parayı ödemesini, ondan sonra viski verebileceğini söyler.

Emekli Maliye Müsteşarı, ben her gün gelen müşterinizim, ben filanım dese de barmen viski vermemiş, adam üstleyince de iki badigart kolundan tutup, bir güzel dövdükten sonra barın arkasındaki çöplüğe atarlar.

Dayaktan bayılan adam ayazdan ayılınca, çöplükte olduğunu ve yediği dayaktan dolayı da her tarafının ağrıdığını görünce, müsteşar iken kendisine teklif edilen rüşvetleri, iltimasları anımsar ve onurlu davrandığı için hüzünlenir.

Ve yavaş yavaş çöplükte toparlanır, kalkar ve evine giderken düşünür, "demek ki, bu ülkede ONUR BİR KADEH VİSKİ BİLE ETMİYORMUŞ!.." der.

Tamam bir iş yapmaya kalkmış, işler ters gitmiş, mahkemeler, icralar ve görünen hapishane yolları vardır ama Dedesinin eşi, Ninesi bütün borçlarını öderse de, yine de Can'ın içine bir şeyler sinmez.

Bu yaşam ona ağır gelir ve 2013'ün bir 18 Mart günü tabancasını alır ve Babasının mezarı başına gider, oradan da Amcasının oğlu Rauf’u arar, “Yanına iki kişi al, mezarlığa gel, canıma kıyacağım”, der. Kuzeni, mezarlığa ayak bastığında, tabancayı karnına dayayıp tetiğe basar ve son sözleri “Oğluma iyi bakın” olur.

Günümüz dünyası için bilmiyorum bir şey diyeme ama ülkeme bakınca, İngiliz Maliye Müsteşarının sözleri, Can Denktaş'ın öyküsü gibi onlarca öykü aklıma geliyor ve kahroluyorum.

Gerçekten, "onur bir kadeh viski etmiyor"muş!...

Onursuz da, yaşanmaz ki!..

Bize öyle öğrettiler de!..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —