Dursun Gündoğdu

Tarih: 15.08.2024 11:39

DURSUN GÜNDOĞDU yazdı / HÜSEYİN BARANER İLE 'DERİN TURİZM'İ KONUŞTUK

Facebook Twitter Linked-in

Turizm bu yıl hem küresel, hem ulusal anlamda kafaları karıştırdı… Bu konuları, 46 yıldır tüm dünyada en ön sırada takip eden ve hiçbir şeyden sözünü esirgemeyen duayen turizmci Hüseyin Baraner’e sorduk. Hüseyin Baraner, AKTOB toplantısı öncesi, 2024 yılının en çarpıcı sorunlarını halkın anlayacağı dilden anlattı. Bu yıl aşırı turizm çok konuşuldu, durum ne boyutta ? 2024 yılı, turistik destinasyonların görkemli sahnelerine dönüşmesine karşın, bu sahnelerin kalabalıklar tarafından istila edilmesiyle karanlık bir tarihe adını yazdırıyor. Aşırı turizm, yerel kültürlerin benzersiz dokularını yok etme tehdidi oluştururken, doğal kaynaklar da hızla tükenme noktasına geliyor. Dünya turizm devleri bu felakete dur demek için yeni ufuklara yelken açmaya çalışıyorlar; keşfedilmemiş cennet köşeleri arayarak sürdürülebilir turizmi yeniden inşa etmeyi umuyorlar. Ancak işleri zor! TUI Başkanı Sebastian Ebel, “Bize aç destinasyonlar lazım!” diyerek haykırıyor ve doymuş, tok destinasyonlara mesaj veriyor . Şu an, aşırı turizm dalgası, özellikle İspanya Hırvatistan ve Hollanda’daki yerel halkın günlük yaşamını kabusa çeviriyor. Antalya’yı da masaya yatırmamız gerekiyor . Mayorka’nın sokakları, kalabalıkların gürültüsüyle yankılanırken, bu şehirlerin sakinleri, yaşam maliyetlerinin artışı ve beton yığınları arasında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Yerel halk, aşırı turizmin ağır yükünü taşımanın getirdiği ızdırapla kıvranarak, kısıtlamalar talep ediyor. Turizm otoriteleri ve şirketler, bu durumu bir kriz olarak değerlendirip, sürdürülebilir turizm modelleri geliştirmek için seferber olmuş durumda. Var olan korkunç tablodan kaçış için, daha az bilinen bölgelerin keşfine yönlendirmeler, çevresel etkilerin azaltılmasına yönelik acil çözümler ve kontrol altına alınması gereken turist sayıları gündeme geliyor. Turizm sevdamızı yeniden ateşlememiz lazım… Geleceğin turizminin üç S’i ‘sadeleşmek, şeffaflık ve sevgi ‘ olmalıdır. Biz insana hizmet eden bir sektörüz bu iş can ve doğa sevgisi olmadan kesinlikle sürdürebilir olmaz, olamaz bir gün tıkanır kalır … Şu an acilen konuşulması gereken ‘tek noktada yoğunluk yerine akıllı dağılım ve dağıtım ‘ olmalıdır. Ayrıca iklim krizinin bu yaz iyice kendini göstermesi bazı küresel yatırımcıları harekete geçirdi…  “İç bölgelerin serinliğinin cazibesi” adı altında şimdi dağlarda , ormanlarda , nehir ve göl kenarlarında otel yatırım imkanlarını  masaya yatırmış durumdalar. Esasında Küresel dünya turizme yaramadı Aşırı tekelcilik yarattı . Destinasyonlarda katılım ve paylaşım endeksi çok düştü . Turizmden pay alamayan destinasyon sakinleri de sektöre karşı daha agresif bir tutum içine girdiler. Bir çok konuda turizm yeni yorumlar, çözümler ve çalışmalar bekliyor .. Sürdürülebilirlik adı altında dünyada ciddi bir göz boyama var ! Turistlerin yerel kültüre ve çevreye karşı daha duyarlı bir yaklaşım benimsemelerini sağlayacak elle tutulur projeler nerede, hangi şirkette, hangi belediyede? Bilen var mı? Dünya turizm otoriteleri de sınıfta kaldı! Eğitim programları, teknoloji ve düzenleyici politikalar, turizm yeniden dengeye oturtacak stratejiler, hem ziyaretçiler hem de ev sahibi topluluklar için sürdürülebilir yeni bir modeller ve çözümler üzerine kimler  çalışıyor ? Kim bunlar, bilen var mı? Ancak ciddi önlemleri şimdiden dürüstçe almayan destinasyonlar ve şirketler gelecek 10 yıllık süreçte küresel  turizm rekabetinde iddialarını muhakkak kaybedeceklerdir Gerçek sürdürülebilirliği sağlamak için, yalnızca ekonomik boyuta odaklanmak yetmez; çevresel ve sosyal boyutların da bir araya gelerek bir bütün oluşturması şart. Yerel halkın bu sürece dahil edilmesi, eğitim ve farkındalık projelerinin yaygınlaştırılması gerekmekte. Burada Belediyelere ve üniversitelere de büyük görevler düşüyor . 2024 yılı turizm yatırımcılarını ürküttü mü? Evet, ürküttü !  2024 yılı, turizm sektörü için birçok belirsizlik ve zorluk barındıran bir dönem olarak değerlendiriliyor. Ekonomideki dalgalanmalar, yatırımcıların güvenini sarsarken, turizm alanındaki projelerin geleceği de bu belirsizlikten etkilenmekte. Ekonomik ve siyasi küresel siyasetteki istikrarsızlık piyasalarda kaygı yaratmakta ve bu durum, yatırım süreçlerini olumsuz yönde etkilemekte. Tüm bu negatif verilere rağmen bir kaç yıl içerisinde: Yenilikçi, sürdürülebilir ve çevre dostu projeler, karanlık bir dönemde parlayan ışıklar olarak karşımıza çıkacağını biliyorum Bu yönde ülkemizde de ciddi adımlar atan uzman marka gruplar sektördeki kalıcı canlanmanın temelini oluşturacaktır. Ekonomik daralma ve aşırı pahalılığın turizm üzerindeki etkisi ne sizce ? Son yıllarda, ekonomik daralma ve dünyanın her noktasında aşırı pahalılık, küresel turizm sektöründe belirgin değişimlere yol açmıştır. Bu gelişme kendini en sert şekilde Türkiye’de hissettirmiştir. Bu durum, seyahat acentelerinde fiyatların artmasıyla birlikte, potansiyel müşterileri karar vermede çok zorlamıştır. Pandemi sonrası piyasalara çok başarılı bir dönüş sergileyen , en zor şartlar altında fiyat ve hizmet politikasını kendi öz müşterilerinin kabulü ile yukarıya çeken küresel turizmde otel içi en donanımlı ve içerikli hizmeti bolca veren otellerimiz bu yıl sektörel değil - genel pahalılığın kurbanı olmuştur . Her şey pahalı olunca en medyatik işletmelerde oteller olduğu için hep oda fiyatları tartışıldı. Diğer sektörler hiç konuşulmadı. Şimdi tabii, hem iç pazarda, hem de dış pazarlarda özelikle çocuklu aileler için tatil planları daha da zorlaşmıştır. 2025 yılındaysa yüksek otel fiyatları ve sınırlı alternatifler, ailelerin tatil deneyimlerini olumsuz etkileyebilir. Lüks otel seçenekleri, çoğu ailenin bütçesini aşınca, daha uygun fiyatlı konaklama alternatifleri arayışına girebilirler. Ancak Türkiye’nin tadına varan çocuklar diğer ülkelerdeki otelleri kabul etmiyorlar Avrupa’da evlerde bu konuda aileler arasında ciddi tartışmalar olduğunu biliyorum. Türk turizminin en güvenilir bekçileri çocuk tatilciler olmuştur . Kesinlikle Türkiye’den vazgeçmiyorlar. Türk turizmciler aldığı paranın karşılığında en üst hizmeti veriyorlar. Yunanistan neden Türkiye'den ucuz? Yunanistan'daki aile işletmelerinin daha uygun fiyatlar sunabilmesinin birkaç nedeni var. Öncelikle, Yunanistan'da aile işletmeleri genellikle yerel ürünler kullanarak ve geleneksel yöntemlerle hizmet verdiklerinden, maliyetlerini daha etkili bir şekilde yönetebiliyorlar. Türkiye'deki yüksek enflasyon ve ekonomik belirsizlikler, birçok işletmenin fiyatlarını artırmasına neden olurken, Yunanistan'daki istikrarlı ekonomik yapılar bu konuda avantaj sağlıyor. Bunlar çok söylendi, Ben şunları eklemek istiyorum:  Yunanistan halen salaş gastronomi yapıyor; işletmecinin oğlu ızgarada,  dedesi mutfakta, kaynanası bulaşık yıkıyor . Hep beraber geçinip gidiyorlar . Ayrıca, genellikle pansiyon 2-3-4 yıldızlı oteller ile dolu Yunan adaları . Türkiye ise hep işletme gideri yüksek beş yıldıza oynadı : Yunan yatırımcılar Avrupa bankalarından bedava denecek  krediler alabiliyorlar . AB fonları ile adalar ekonomik olarak ayakta kalıyorlar. AB olmasa Yunanistan adalarında ekonomi çöker. Yunanistan’ın Euro bölgesinde yer alması, döviz kurlarındaki dalgalanmalara karşı bir tür koruma sağlıyor.  Otelciler Yunanistan’da turizm  paydaşlar ile 5-10 yıllık orta uzun vadeli fiyat anlaşmaları yapabiliyorlar : İçki  neredeyse bakkaldan bedavaya alınıyor. Yunanistan'daki samimi hizmet ve otantik deneyimler esasında biz Türklerin ruh dünyasında ne kadar “Eski Türkiye Arayışı” içinde olduğumuzun yüksek fiyatların şikayeti üzerinden acı bir yansımasıdır. Bugünkü mevcut yapıya denge sağlayacak ve ürünlerimizi zenginleştirecek yeni çözümler lazım: Artık otelcilere büyük arazi tahsisleri verilmesin. Bunun yerine Türkiye’nin her köşesinde sanatçı, sporcu, kültürlü, doğa ve turizm aşığı gurme ailelere 2-3 dönüm arazi tahsis edilsin. Tüm Anadolu’da gerçek Türk mutfağının ve misafirperverliliğinin yaşatıldığı İspanya, İtalya özellikle Bavyera ve Avusturya’da benzeri bulunan 20-50 odalı otantik aile işletmesi tesisler desteklensin. Ayrıca bu heyecanlı ailelere 20 yıl geri ödemeli teşvik ve kredi verilsin. Tanıtım ve pazarlamada yeni model yerel platformlar ile pazarlama ve tanıtım desteği sağlansın. Kimsenin kopyalayamayacağı, taklit edemeyeceği bize ait olan, Anadolu’nun gerçek tatlarını, renklerini, seslerini, suyunu, rüzgarını, karını, çamurunu, yağmurunu, kuşunu, kurdunu, tarih, sanat ve kültürünü markalaştıran bu yeni konaklama sistemleriyle güçlendirilsin. Böylelikle ülkemizdeki mevcut turizm işletmelerini ve milyarca dolarlık sürdürebilir anlamda milli turizm yatırımlarımızı da korumuş ve güçlendirmiş oluruz. Buna ek olarak geleneksel  Türk kültür yaşamını ülkemizin dağında taşında dominant hal alan aşırı sistem ve marka gastronomi arzı bozdu . Yerel tadlar , yerel üstadlar  kaybolunca çoğumuz eski sokak yaşamının tadını alamaz hale geldik .  Cep telefonu ile ödediğimiz Cappuchino veya Frappe’ler bizi zamanında  Çınar ağacının gölgesinde içtiğimiz çay kadar mutlu etmiyor . Ben iddia ediyorum : Hepimiz çocukluğumuz o lezzetli salaş aile restoranlarını, çay bahçelerini,   isimsiz börekçileri , sahildeki aile işletmesi ucuz ve kaliteli balık restoranları arıyoruz. Gerçek ‘Ahi Esnafı’ özlüyoruz. Türk toplum yaşamı zaman içerisinde ananevi Anadolu, Ege , Akdeniz, Karadeniz yaşam tarzını kaybediyor. Bu  medeniyet değil , bu kültürel erozyondur .Bize ait kültürel dokular yakında yok olma tehlikesi gösteriyor . Sahillerimizin sesi, kokusu  değişti . Peki anladık! Türkiye deki  oteller niye çok pahalı o zaman ? Otellerimiz halen dışarıdan ucuz . Bir Türk otelinde gün içerisindeki tükettiklerimizi dışarıda alsanız çok daha fazla ödersiniz . Aynı kalite ve hijyende kesinlikle bulamazsınız . Türkiye’deki otellerin yüksek fiyatlarının ardında yatan nedenler, adeta dram dolu bir tablo oluşturmaya başladı: Sosyal medyada yayın yapanlar kendi açılarından haklı olabilirler . Ancak Armut ile elmalar kıyaslanıyor . Türkiye’de her bütçe için otel ve konaklama imkanı var . Ancak bu yıl yaşananlar gösterdi, artık sadece dış pazarlarda değil iç pazarda da kendimizi halkımıza anlatmak gerekiyor . Bunun AKTOB Resort Kongresi’nde uzmanlar tarafından  masaya yatırılması gerekir Biz ekonomide ilk düğmeyi yanlış bağladığımız için şimdi ne yapsak doğru raya yerleşemiyoruz: Türkiye’de aşırı genel pahalılık olmasaydı halkımızın gelirleri erimeseydi Türk kamuoyunda bugünlerde Türk turizmi zirve yapardı. Tahtakale fiyatları ile başladığımız ve büyüttüğümüz turizm şimdi fiyatta Paris’i bile solladık, diyerek gurur duyacaktı . Ülkemize bu en zor küresel anlamda tüm parametrelerin aşırı zor aldığı bir yılda Türk turizmi belki ülkemizin ekonomik bekasını korumuştur . Bunu Türk kamuoyuna anlatmamız lazım. Herkes bir şeyler iddia ediyor ancak gerek şudur ki ; Enflasyonun etkisi, işletme maliyetlerindeki artış ve döviz kurundaki sert baskı gibi unsurların her biri  otel sahiplerinin üzerine binen ağır birer yük olarak ezmeye devam ediyor . Artık herkes otelcilik yapamaz… Riskler büyüdü Yüksek hizmet sunma hedefi taşıyan Türk otelleri, aşırı yüksek enerji fiyatları ve artan personel giderleri ve 30 yakın vergi , ecrimisil ve katılım payları ile boğuşurken, aynı zamanda kaliteli yiyecek ve içecek masraflarının da altında eziliyor. Bu durum, otel işletmecilerini çaresizlik içinde bırakırken, misafirlere sundukları hizmetlerin kalitesini artırma çabaları da, rekabetçi pazar şartlarının baskısıyla daha da zor hale geliyor. Bu şartlarda dünya ile yarışıyoruz . Marka ve otellerimizde mükemmel bir tatil deneyimi sunma gayretleri , artan maliyetler karşısında adeta günlük bir savaş haline dönüşmüş durumda. Bugün ben bir 5 yıldızlı otel müdürünün koltuğunda oturmak istemem. Bir yandan tur operatörünün fiyat baskısı, öbür tarafta patronun bütçe tutturma talimatı ve haklı  olarak  müşterilerin yüksek hizmet talebi; hepsi otel işletmecilerinin zihinlerinde büyük bir çatışma yaratıyor. Bir yandan misafir memnuniyeti, diğer yandan sürdürülebilir bir iş modeli oluşturma çabasının getirdiği baskı. Basılı ve sosyal medyada çok da  doğru olmayan haberlerin yarattığı tedirginlik ;  Sonuç olarak, yüksek fiyatlar ve kalitede dalgalanmalar, Türkiye’deki otelcilik sektörünü bir çıkmaza sürükleyebilir. Bir çok otel pazarlama ve satış müdürü tanıdığım bu süreçte aşırı baskı yüzünden sağlığını kaybetmiş durumda . Belki ileri bir tarihte iyi ki 2024 yılında bu sıkıntıları yaşadık diyeceğiz : Ve gördük ki artık Türkiye’de sahillerde otel kapasitesi doldu . En az 10 yıl sahillerde yeni otel inşaatına  izni vermeyelim artık! Önce mevcut olanları güzelleştirelim, sağlamlaştıralım ve özellikle çevresini düzenleyelim.  Şefkat bir şekilde sürdürebilir hale dönüştürelim. Bu mevcut otel kapasitesi ile de 100 milyar dolar turizm gelirine ulaşabiliriz: Sanat  , spor, sağlık, kültür ve bestager turizmi ile şu an kimsenin tahmin edemediği 12 aya yayılmış bir verimliliğe ulaşabiliriz ancak çok kontrolsüz gidiyoruz. Yatırımcılarımız çok kısa vadeli düşünüyor ve mevcut kazanımları koruyacaklarına daha çok onlardan pay kapmak üzere strateji geliştiriyorlar. Yani Türkiye’de genelde yeni açılan oteller fiyat kırarak mevcut otellerin müşterilerini kaparken, aynı anda birde maaşları  yüksek tutarak mevcut otellerin yetiştirdiği, eğittiği elamanları kapıyorlar. Turizm barış ve dostluk ideallerini kaybetti mi? Bir zamanlar turizm, insanları bir araya getiren, kültürel etkileşimi artıran ve dostluk köprüleri kuran bir alandı. Ancak bugün, bu amaçların ticari kaygılar ve aşırı tüketim nedeniyle gölgede kaldığı bir durumla karşı karşıyayız. Barış ve dostluk idealleri, ticaretin kurbanı olmuş gibi görünüyor. Düşünün, farklı kültürleri tanımak ve yeni dostluklar kurmak için çıktığınız seyahatler... Ancak o keyifli anılar, kalabalıklar ve yoğunluk içinde kaybolmuş durumda. Yerel halkın yaşam alanları, turist akınının baskısıyla birer tüketim merkezine dönüşüyor. Oysa turizmin amacı, insanları birleştirmek ve farklılıkları zenginlik olarak görmek değil miydi? Ancak şu anda, farklılıklar bir tehdit gibi algılanıyor ve ayrışmalar yaşanıyor. Her köşede aynı tür oteller, benzer ticari faaliyetler... Yerel kültürel değerler, yavaş yavaş kayboluyor ve geride sadece kaygı ve huzursuzluk kalıyor. Bu durumu değiştirmek için yeni ve daha kapsayıcı bir turizm modeline acil ihtiyaç var. Bu, sadece yeni yerler keşfetmekle değil, aynı zamanda yerel toplulukları daha iyi tanıyıp, onların kültürüne saygı göstermekle mümkün. Kültürel anlayışı artıracak birçok fırsat hala var; bu fırsatları değerlendirerek kaybolan ideallerimizi yeniden canlandırabiliriz. Ben, turizmin hala barış, dostluk ve etkileşimi artırma potansiyeline sahip güçlü bir araç olduğuna inanmak istiyorum. Tur satışlarının yüzde 60-65’i tur operatörleri, yüzde 20’si online platformlar, 15-20’si ise sosyal ağlar üzerinden yapılıyor. Bu, turistlerin gittikleri ülke hakkında daha bilinçli olmalarını sağlıyor. Örneğin, Almanya’da başlatılan 1001 Dostluk Hareketi gibi girişimler, yerel dernekler ve vakıflarla iş birliği yaparak kültürel etkileşimi teşvik ediyor ve dostluk etkinlikleri düzenliyor. Hep birlikte, bu potansiyeli gerçeğe dönüştürmeye çalışmalıyız. Her yolculuk, yeni bir hikaye yazma fırsatı sunuyor. Bu gerçeği devamlı vurgulamamız ve tartışılır olmaktan çıkarmanız lazım. Baraner, 46 yıllık turizm serüveninde dünya liderleriyle de dostluklar kurdu. Bunlardan biri Merkel, diğeri Küba Lideri Fidel Castro idi...
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —