İBRAHİM UYSAL

Tarih: 29.04.2025 12:23

DÜŞÜNCE ALGI OLGU FARKI!

Facebook Twitter Linked-in

Konuşulan dil, insan topluluklarının yüzyıllar boyunca yarattıkları bir olgu ve bu sürecin sonucu oluşan bir iletişim aracıdır.

Konuşulan dilin anlaşılması ise, eğitim ile olur.

Aile, yeni doğan çocuğuna dilini sözcükler ile öğretmeye başlar, hareketler ve tavırlar ile de sözcükler bir anlam kazanır.

Bu öğrenme, zamanla beyin ve bütün vücutta bir karşılık bulur.

Kişilerin aileden öğrendiği "Anadili" ile daha sonra öğrendiği yeni bir dilin algılamasındaki fark da, sözcüklerin beyinde oluşturdukları anlam ve karşılıklar ile ilgilidir.

O yüzdendir, bazı kişilerin konuşmasının çok anlamlı olması, bazılarının ise içtenlikten uzak, sadece ağızdan çıkıyor olmasıdır.

İnsanların, anadili ve gerçekten kavrayarak öğrediği dilin sözcüklerini yerli yerinde ve vurguları ile konuşması, konuşmaya bir anlam kattığı gibi, sadece sözcüklerin vurguları yapılmadan seslendirilmesi iletişimden çok, karşı tarafa sözcüklerin aktarılmasından başka bir şey değildir.

Bu da nereden çıktı diyenlerin sorusuna yanıta gelince; günümüzde her türlü bilgiye ulaşmak kolay ve ulaşılabilir olmuştur.

Ancak, bir konuşma içinde kullanılan sözcüklerin vurguları ve ses tonu, konuşmanın anlamını bir kat daha arttırır.

Gerek anadili dışında yeni bir dili yeni konuşmaya başlamış birinin konuşması; bir kağıttan ya da prontırdan okunan sözcüklerin anlamlarının çok da bilinmemesinden, anlaşılmamasından kaynaklanan iletişim karşı taraf için çoğu zaman bir anlam taşımaz. Çünkü, sözcüklerin anlamı karşı taraf da yarattığı algı ve anlaşılırlıkla bir anlam taşır.

Son zamanlarda yapay zeka robotlarınca okunan bir metin ile, okuduğu sözcüklerin anlamını bilen ve vurguları ile okuyan bir kişinin anlaşılması, dinlenmesi arasında o kadar çok fark vardır ki.

Bu iletişim açısından böyle olduğu gibi, düşünce açısından da böyledir. İnsan dahil bazı canlılar, gördükleri ve duydukları ile beyinlerinde bir imaj yaratarak öğrenirler.

Bu da gözlerdeki renk algısından kaynaklanır. İnsanlarda 3 tane renk fotoreseptörü (sarı,yeşil ve mavi) bulunur, çevresinde gördüğü her şeyi bu 3 rengin karışımı ile algılarken; örneğin köpekler, kırmızıyı siyah-beyaz olarak görür.

Bu yüzden bazı canlılar insanlardan daha farklı fotoresaptöre sahip olduğundan, Dünya'yı bizim gördüğümüzden daha farklı görürler. Örneğin Serçeler, mor-ötesinden daha fazla renk görebilirken, insanlar gökkuşağına baktıklarında mor'dan sonrasını göremezler.

Renklerin olayında olduğu gibi, bir şeylerin görülmesinden çok onun ne anlam taşıdığı daha önemlidir. İşte burada da düşünce ve algı olayı devreye giriyor.

Düşünce, insanda soyut bir nesnenin algılanması ile oluşurken, algı ise somut bir nesnenin zihindeki yansıması ile oluşur. Bu yüzden düşünce tek başına bir anlam taşımaz, mutlaka beyinde bir algı yaratması gerekmektedir.

Son zamanlarda gerek pandemi gerekse de bazı özel nedenlerden dolayı uzun süredir Ankara-Kızılay'da dilediğim gibi boydan boya bir yürüyüş yapamadım. Bugün Kızılay meydanından Bakanlıklara, Meclise, Tunalıya kadar yürüyünce o kadar çok şaşkınlık yaşadım ki, anlatamam.

Yaşadığım bu şaşkınlığın sebebi, benim bu şeyleri fark edemem de olabilir, yeni bir sürecin soruncu da olabilir.

Eskiden Kızılay ve çevresinde takım elbiseli, sakal traşlı, iskarpin ayakkabılı erkekler ile hanım hanımcık giyimli, bakımlı saçlı ve abartısız makyajlı kadınlar, kızlar olurdu.

Şimdi ise, garip sakallı, giysili ve vücutlarının görünen yerleri dövmeli garip kılıklı erkekler ile, tesettürlüsü de, moderni de garip ve uçuk giyimli, makyajlı kadınlar, kızlar yollara dökülmüş olmasına şaşırdım; o güzelim caddeler, bulvarlar kirlenmiş hissetim.

Hani Oktay Akbal yıllar önce, "önce ekmekler bozuldu, sonra da her şey" demişti ya, o zaman bu belki de bir fantastik düşünce ilken, şimdi sokakları kaplayan bir yaşam biçimi olmuş.

Eskiden her şehrin bir kültürü ve insanın da bir yaşam biçimi vardı, şimdi mi?

Yetmişli, seksenli yıllarda köyden kente göçler, gecekondu mahallelerini yaratmış ve kenar mahalleler oluşmuştu ama oradan merkeze gelenlerde bir özen, intizam olurdu.

Ya şimdi, Afrika'dan gelen bir ayrı, Afganistan'dan, Suriye'den, Rusya, Ukrayna'dan gelen bir ayrı giyinir ve davranır olmuş.

Cumhuriyetin yaratmaya çalıştığı "Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma" hedefi artık bir hayal olmuş. Afrika, Afganistan, Suriye'de ne var ise hepsi ülkemize, hele başkentimize taşınmış.

Bunları düşünemezdik ama gözlerimiz ile görüp algılayınca gidişatın ne kötü olduğunu görmemek, fark etmemek için ne olmak gerekir siz karar verin diyeceğim ama yine de düşünmenin bir yolunu bulsak, azıcık eğitimini alsak iyi olacak gibi; yoksa herkes neye gark olacağının ve nersine kadar neye gömüleceğinin farkında değil gibi.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —