Bugünkü köşe yazımı derin bir hasretlikle yazmak istedim.
Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylar vicdanlı insanlar gibi beni de derinden yaralıyor. Bitmek tükenmeyen bilmeyen savaşlar, kadına, çocuğa, hayvana yapılan eziyetler, daha niceleri…
Böylesi artan olaylar karşısında geçmişte yaşanan güzel günlerin hasretiyle yanıp tutuşmamak mümkün müdür?
Ne güzeldik eskiden, ne güzeldik…
Ne güzel insanlardık.
İnsanlık vardı, komşuluk, vardı, büyüğe, küçüğe, hayvana, insana, doğaya, saygı ve sevgi vardı. Okuyan, yazan üreten bir nesil vardı. Ne hale geldi insan ve insanlık. Her gün televizyon kanallarında, sosyal medya paylaşımlarında yer alan haberler artık kalbimi fazlasıyla acıtıyor. Ben ki, her zaman geleceğe umutla bakmaktan vazgeçmeyen bir insandım. Şimdilerde ise, umutlarımı, hayallerimi kaybetmek korkusu ile yaşıyorum ve gelecek kaygım, endişelerim bitmek tükenmek bilmiyor. Değişen dünya düzeni ile insanlarda, toplumlarda hızla değişiyor. Sanki başka bir boyuta geçmiş gibi yaşamlar önümüze seriliyor. Güzelim dünyayı da, insanlığımızıda koruyamadık. Pandemi döneminde farkındalıklarımızı arttıralım dedik, pek çoğumuz mutfaklarımızda; pasta, börek, ekmek ustası olduk ama, hiç birimiz insan kalmak için ustalaşmayı düşünemedik. Ekonomik olarak bir çok aile Pandemi döneminden kalma izlerle mağdur oldu. Küresel bazda olduğu gibi ülkemizde de ekonomik zorluklar ile mücadele etmeye devam ediyoruz. Her geçen gün artan göçmen yoğunluğu şehirlerde fazlasıyla gözlemleniyor. Anadolu coğrafyasının en büyük depremini yaşayan ülkemizde bunca acıya rağmen hala akıllanmadık. Acılarımızı saramadık, onca insanı kaybettik geride kalanların bir çoğuna destek olamadık. Kadına, çocuğa, hayvana şiddet, taciz, tecavüz olayları karşında ne kadınları, ne çocukları, ne de hayvanları koruyamadık. Dijital krallığın yaşandığı çağda dijital verimliliği kötüye kullanarak artan dolandırıcılık olayları karşısında neye, kime güveneceğimizi sorgular olduk.
Biz böyle değildik, iyi insanlardık. Gelecek nesillere güzel bir ülke emanet etmek için onurumuzla, var gücümüzle çalıştık, çabaladık emeğimizi satmadık, ekmeğimizi bölüştük. Mis gibi kokan meyveye, sebzeye, sağlıklı ete, yumurtaya, süte, peynire, ekmeğe, hatta içtiğimiz çayın kokusuna bile hasret kaldık. Tarımı yok ettik, doğayı yok ettik, insanlığı yok ettik, iklimleri bozduk, üretimden uzaklaşarak tüketime dayalı bir toplum olduk. Dolayısıyla yediğimize, içtiğimize, selam verdiğimiz her insana, hatta aldığımız nefese bile şüpheyle bakar olduk. Güvenlik endişelerimiz yoğunlaştı maalesef çocuklarımızın okula gidiş, gelişlerinden endişe duyarken, işe gidip gelirken bile başımıza bir şey gelir mi düşüncesi ile korku içinde yaşamak durumu ile karşı karşıya kaldık. Yaşanalar, psikolojik olarak toplumu derinden etkiliyor.
Kimsenin hasreti kimseye benzemez elbette ama, benim geçmiş yıllarda ki insanlığa, vicdana, sevgiye, saygıya sonsuz hasretim var. Sadece kişilerin değil, zaman ve mekanların, yemyeşil doğanında ruhumuza kattığı ince dokunuşlarına hasretim var.
Hasretlik içimde derin bir sızı…
Her yeni gün geçmişteki güzel günleri hatırlatır derler ya, üçüncü dünya savaşının eşiğinde olan dünyada umarım yaşamakta olduğumuz bu günlere de hasret kalmayız.
Nuri Bilge Ceylan’nın sözleri bu dönemler için ne kadar değerli.
“Üşümesin diye üstünü örttüğünüz
birinin cenazesine katılmadan
dünyayı anlayamazsınız”
Yaşamı anlayabilmek için, bazen ölümü hatırlamak gerekiyor.
Yarınlarımız, bugünlerimizi aratmasın.
Aydınlık, huzurlu, mutlu refah günlere kavuşmak dileğiyle…
Saygılarımla…