Boş verin artık her şey ile ilgilenmeyi, her şey o kadar darma dağınık ki, ne ilginiz çevreyi güzelleştiriyor ne de ektiklerinizi, diktiklerinizi.
Boş verin artık her şeyin iyi ve güzel olmasını, bırakın artık bazı şeyler de sıradan, olağan, kendi halinde olsun.
Ne siz, ne de ben artık dur diyemiyoruz çoğu şeye, bu bir teslimiyet değil, namussuzluğu, şerefsizliği, alçaklığı kabullenmek de değil ama çabalarımız bir yere varmıyor, kendi kendimize kırılıyor, dökülüyoruz; güya mutlu, yarın ne olacaklarını bilmeyenler başarılı falan değiller, onlar kendilerini değil, kuklası olduklarını eğlendiriyorlar.
Gelin kendinizden başlayın güne, güneşiniz bulutların arasında olsa bile, siz güneş gözlüklerinizi takın. Karnınız guruldasa bile bakmayın simit fırınlarının, pastanelerin vitrinlerine.
Boş verin hayatın gerçeklerini, cebinizde dolmuş paranız yokmuş, aldırmayın, yürüyün gidin yolunuza. Vakit mi alır, olsun; siz de vakti alırım anasını satayım deyin, gitsin.
Keşke böyle bir dünya olabilseydi.
Bazen eski dergi ve gazetelerde görüyorum büyük şehirlerin 30, 40, 50 ve dahası yıllarının fotoğraflarını; filinta gibi giyinmiş, fötörünü başına takmış, altında bisikleti ile .... şehrine, .... semtine 5 km, 10 km yazan levhanın önünde resimler.
Resimlerde huzur, resim çektirenlerin dünya umurlarında bile değil, umurlarında olan işleri, güçleri ve gidecekleri yerler.
Resimler siyah beyaz, her taraf toz toprak ama huzur kokuyor.
Bunu dün yaratmıştı, dünün o güzel insanları, onlar gitti, biz soysuzlaştık ve hiç bir şeye sahip çıkamadık.
Atıldık, satıldık, yok sayıldık, arsızlar arımıza güvenerek elimizden aldılar her şeyi.
Soysuzlar, soysuzlukları, yolsuzlukları ile aldılar her şeyi ve bizler çırıl çıplak kala kaldık kos kocaman şehir meydanlarında.
Tamam cebimizde aç kalmayacak kadar paramız var, başımızı dün soktuğumuz, bu günde, yarın sokacağımız evlerimiz var ama huzurumuzu , mutluluğumuzu çaldılar, aldılar, gasp ettiler; hem de bizlerin kurduğu o güzel düzenin içinde, içine ede ede!..
İnsanın arlılığı, soyluluğu, adaplılığı iyidir de, insanlar arlı, soylu ve adaplı ise, geçmiş gitmiş artık o günler. Dayamışlar herşeyi sırtımıza bir hancer, boğazımıza bir namlu gibi.
Bütün bunları yazarken aklıma Almanya doğumlu Yahudi kökenli Amerikalı siyaset bilimci, Hannah Arendt geldi. Felsefenin "bireyin kendi"ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiş, Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemişti.
İşte konuya bir çok açıdan farklı bakabilen bir kişi olarak, Hannah Arendt'in şu bakış açısı beni de etkilemiştir:
"Faşistler, sadece yalan söylemekle yetinmezler; yalanlarını yeni bir gerçekliğe dönüştürmek zorundadırlar ve insanları, yarattıkları gerçek dışı şeye inandırmak için onları ikna etmek zorundadırlar. Ve eğer insanları buna inandırabilirseniz, onlara her şeyi yaptırabilirsiniz"!..
Üzgünüm ki toplum olarak bu gün bunu yaşamaktayız. İster milli/ milliyetçi, ister dini/İslamcı kesim olsun, demokratların bir kısmının iyi niyetliliği, bir kısmının saflığı, bir kısmının da zaafları yüzünden ülkemde hayali bir düzen ve siyasi yaşam kurmuşlar ve de sürdürmektedirler.
Artık temelden bildiğim her şeyi sorguluyorum.
İnançlar. Eğitim. Gelenek, Görenekler.
Bunu giyim kuşamdan tutun da, yeme içmeye kadar götürebilirsiniz.
Aile, aile büyüklerinin verdiği eğitim ve birlikte yaşam kültürü ile eğittikleri çocuklarının bu sürece katkıları ile sürer gider.
Toplum da, aile, eğitim kurumları, sosyal yaşam ve oluşturulan kültür ile bir anlam, kişilik kazanır ve varlığını sürdürür.l
Artık bakıyorum ki, her şey darma dağın edilmiş ve ediliyor. Ne kadar çabalasanız da bir noktaya kadar. İnsanlar, kendi beklentilerine göre birbirlerini sosyal, siyasal ve kişisel yaşamlarında bir yere sokuyorlar. Kendi feodal ilişki ve küçük dünyalarını oluşturuyorlar.
Dünya çok değişti, siz sadece siz değilsiniz.
Siz, artık sizin dışındaki birleri ya da bir şeyler içinde de varsınız.
İşin kötüsü, kötüler örgütlü, iyiler ise yapa yalnız.
Bugün bir çok kişi için her şey yolunda olabilir, eyvallah. Emek olmadan, havadan paralar, mal, san, ünvanlar gelebilir ama yaşam oldukça uzundur.
Bedava peynir, fare kapanında bulunur derler. Yaşam da böyledir.
Sokağa çıkın, toplu taşıma binin ya da bir yerde oturun etrafınıza bakın, cins cins insanlar göreceksiniz. Ellerinde birileri için "akıllı" telefonlar ve ona kendini feda etmiş binler, milyonlar.
Birey olarak bir şeylerin farkında olunmasının bir anlamı yoktur. Sorun çoğul, toplumsal olarak bir şeylerde birlikte çözüm üretebilmemektedir. Bireysel başarılar sadece elde edeni ve çevresini etkiler ve sürelidir; oysa çoğul, toplumsal bir başarı ise hem uzun soluklu hem de çok geniş kitleleri etkiler, mutlu ve başarılı eder.
Dikkat edin, başarılar kişiselleşir iken; bozulma, çürüme ve huzursuzluk, mutsuzluk yaygınlaşıyor; sizi bu gün etkilemiyor olabilir, bu bulaşıcı süreç bir gün kapınızı çalmadan, uyansak mı?