İBRAHİM UYSAL


KENDİME GÜLÜYORUM

Bir çok kişiye oranla tuzum kuru sayılır. Hani her yaz Cem Karaca'nın o dizelerinde ki gibi, "Bu yaz yine (bir Antalyalı olarak bütün yazlar olduğu gibi) güneydeyiz"!..


Gerçekten bazen oturup düşünmeye başlayınca kendime gülüyorum; belki de kendime acıyorum. Ya yediğin önünde, yemediğin ardında yaşayacak iken, ortalıkta kimsenin senin gibi bir derdi yokken, kendi kendine celallenip, kafanı yormanın, kendine eziyet etmenin ne gereği var ki, diyorum.

     Diyorum, demesine de yine de bir muzip düşünce beni alıp bir yerlere götürüyor.

    Şimdi desem ki ilk olarak ortaokul yıllarında, sonra çalışırken bir konferansta yapılan bir alıntıdan sonra derken bir düşünce topluluğunun yine yıllar önce bir konferansında konuşmacı bir soru sordu:

     "Alis Harikalar Diyarında" yapıtını kimler okudu?

     Salonun çoğunun eli kalktı, tabi benim de.

     Yine sordu konuşmacı, yapıttan anımsadığınız tümceleri, söyleyin bakalım deyince, kekelemeler başladı, tabi bende de. 

    O zamanlar cep telefonları bu kadar aktif değil, kopya çekilecek durum yok, ben sadece, çocuğu, tavşanı ve garip olayları ve masalımsı anlatımlı öykü- masalı  anımsıyorum.

    Dahası, o toplantıda söylenen yapıtta ki o tümceden sonra yazarı merak ettim ve yapıt ile ilgili bir başka öykü daha öğrendim.

    Charles Lutwidge Dodgson, 1832-1898 yılları arasında yaşamış Yazar, Matematikçi, Anglikan Papazı, Fotoğrafçı ve Sanatçı. Bir arkadaşının küçük kızına anlattığı öykülerden yola çıkarak yazdığı öykülerden çıkardığı dünyaca ünlü  "Alis Harikalar Diyarında" yapıtının Lewis Carroll takma adıyla bilenen İngiliz Edebiyatının önemli yazarı.

      Romanın/ Masalın başlangıcı Alis'in elindeki saate bakarak hızlı hızlı yürüyen tuhaf giyimli bir tavşan ile karşılaşmasıyla başlar. Bu tuhaf giyimli Tavşanın peşine takılan Alice, bir anda kendini garip bir dünyada bulur. Yediği içtiği ile ya küçülür  ya da dev gibi büyür.  Gözyaşlarından oluşan denizde boğulmaktan güç bela kurtulur, tavşanın peşine takılıp katıldığı çay partisinden sonra, kendini ormanın içinde ve bir yol ayrımında bulur. Alış şaşkın şaşkın yola bakarken, tavşan sorar "nereye gideceksin?"

    Alis yanıtlar, "Bilmiyorum".

    İşte tavşanın, ya da  Lewis Carroll'un, Yazar, Matematikçi, Anglikan Papazı, Sanatçı olarak bugün bile her yerde ve her şeyde örneklenen o yanıtı verir.  "Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yoktur" der. 

    Üniversite yıllarım 1980 öncesi geçti. Elazığ Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesinde üç haftalık öğrenciliğim, sırtıma dayanan bıcak darbeleri ve tabanca namlularınca sona erince, kendimi memleketim Antalya'da İnşaat Meslek Yüksek okulunda buldum.

     Orada da bir mubirin hayali bir ihbarı ile tutuklanıp bugün yerinde yeller esen Antalya Kapalı Ceza ve Tutuk Evinde bulunca, "ya, bu ülkede okuyamacak mıyım" diye isyanlarıma,  Üniversite'de okuyan arkadaşlarım, Hacettepe'ye git dediler ve gittim.

     Orada da güvenlik iyi ki jandarma ile sağlanıyordu; hoş kaşım yüzbaşı Sadettin'in keyfi emri ile dört dikişli jandarma dipçiği ile açılsa da, 1977 1 Mayıs'ında Taksim'de nefes bile zor alarak kurşunlardan tesadüf kurtulsak da, o gün pek anlayamadığımız bir çok şeyin,  bir senaryonun ürünü olduğunu artık herkes biliyor.

      İşte bütün bunları görüp yaşayan birisi olarak bu gün olanlar ve yaşananlara ister istemez bakıyor ve gözlerimin önünden pek güzel şeyler geçmiyor.

       En başında söyledim, bir çok kişiye oranla tuzum kuru sayılır. Hani her yaz Cem Karaca'nın o dizelerinde ki gibi, "Bu yaz yine (bir Antalyalı olarak bütün yazlar olduğu gibi) güneydeyiz"!..

    Sahiller kaçak sığınmacı, mülteci gençler ile dolu. Haydi şimdi plajlarda kumlarda açıkta yatıyorlar ama ya kışın ne olacak?

      Ülkelerinde sokakta saçı bile görünmeyen kadınları bilirken, burada doğal olarak neredeyse giyinmiş kız ve kadınlara daha ne kadar saygılı ve sakin olabilirler. Onların yaşlarından kaynaklanan yaşanacak taciz vb davranışları neden önceden görmezlikten gelinir.

    Arap Ülkelerinde çalışmış bir arkadaşımın bir tanıklığı tüylerimi diken diken etti.  Üç beş genç sahil kenarında oturuyor, o sırada baya yaşlı bir kadın sahilde bir kenara çantasını koyuyor ve üstünden yolda giydiği elbiseyi çıkartıyor. Vücudunun neredeyse çoğunu kapatan mayosu ile denize girecek.

     Bunu gören gençler,  yol giysisini çıkartan teyze için "aç, aç aç " dediklerini duyunca ne yapacağımı şaşırdım diyor.

     Bu isyanım ister güvenlik görevlisi olsun onlara, ister sıradan bugün için "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diyen kadın, erkek sıradan insanlara.

     Yöneticiler ve siyasilere bir şey demiyorsun mu dediniz.

      Evet, demiyorum, onların işleri tıkırında.  Herkes yapması gerekeni yapıyor, olması gereken yerde. Ayrıca onlara bir  şey olmaz. Siz sıradan yurttaşlar bu duruma ses çıkartmazsanız. Yarınlar hiç de parlak olmaz.

     Her şeyde cebinizden çıkartıp baktığınız telefonlara bir sorun, dün Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye'de yaşananlar neydi, bugün ne!... Dahası, o başka bir proje idi, bizde ise Ülkenin ulusal kimliği ve bütünlüğü dahil bir çok konu var.

    Sizce bir sorun yok mu?

    Ya yine af edersiniz. Kafanızı şişirdim.  Artık bundan sonra olacaklar benim için "DEJA VU!.."  olamayacak da. 

     Siz bilirsiniz!..