Yıl 2025, ikinci bin yılın(milenyum) ilk çeyreğinde olmak elbette ki güzel bir duygu. İnsanlık tarihinde önemli çağlar ve dönemler vardır, tıpkı ulusların ve milletlerin olduğu gibi.
Geçmişimize bakacak olursak, bugün yaşanan Anadolu ve Trakya topraklarına insanlar farklı farklı dönem ve zamanlarda olsa da hep bir yerlerden gelmişlerdir. Hiç kimse bu topraklardaki öyküsünü tam olarak anlatamıyor ve soy kütüğünü çıkartamıyor, çünkü bu topraklar KADİM (başlangıcı geçmişin derinliklerinde bulunan, pek çok eskiye uzanan, öncesiz) topraklar.
Peki bu topraklarda yaşayanların ataları burlara ilk geldiklerinde bu topraklarda kimler yaşıyordu?
En baştan başlamak gerekirse, Anadolu'da yapılan her kazı ile yepyeni bir tarih yazılmaktadır. Daha enteresanı, bugün dünya üzerinde yaşayan ve adı bilinen hiçbir devlet, millet ve ulusun köküne bir şey diyemem ama adı ile ortak bir insan atası kökü ile karşılaşmıyoruz.
İnsanın ilk atası/ ailesi olarak bilinen Hominid-Hominin yaşam serüveninin, insanlığın beşiği sayılan Afrika’da 7 milyon yıl öncesine dayandığını anımsarsak, kıtalar arası geçiş yolları üzerinde bir köprü görevi konumunda olan Anadolu'nun ve yaşayanların öyküsü baya karışıktır, örneğin bir kaynak:
"Anadolu’da 2 milyon yıl öncesine uzanması beklenen bir insan fosili potansiyeli mevcuttur. Günümüzde Anadolu’da bilinen en eski fosil insan izleri 1 milyon yıl civarındadır ve Konya-Dursunlu ve Niğde Kaletepe Deresi 3’den gelir. Günümüzde Alt Taş Devri kültürü döneminde yaşamış olan ve Anadolu’dan gelen en eski ve tek insan fosili Denizli’de keşfedilmiştir." (Kaynak: Bilim ve Gelecek, Sayı: 160, Haziran 2017, s. 40) demektedir.
Örneğin kuzeyimizde, Gürcistan'da yapılan araştırmalarda bulunan bulgularda, 1 milyon 8 yüz bin yıl öncesine Homo Erectus'a ait bulgular ortaya çıkmıştır. Afrika'dan çıkıp, Gürcistan’a ulaşan bu insanların, Anadolu üzerinden geçmemeleri düşünülebilir mi?
Bilimsel araştırmalar ile ortaya çıkan veriler ışığında, bir de burada yaşamış halklara göz atarsak, Mustafa Kemal Atatürk'ün ne kadar ileri görüşlü bir dahi olduğunu anlarız.
İsterseniz geçmişte Anadolu'da Hititler'den başlayıp, Kapadokyalılar/ Beyaz Suriyelilere (Kapadokyalılar ve Beyaz Suriyeliler aynı insanlardı ve Kapadokya Farsça adıydı), Amiseniler'e, Kasesler'e, Luviler'e, Karyalılar'a, büyük olasılıkla Klasik Çağ'da Kapadokyalılar tarafından asimile edilen Katatonia/ Katatonyalılar'a, Kilikyalılar'a, Dananayim/ Danunalar'a, Kommageneler'e, İsauryalılar'a, Lelegesliler'e, Likaonyalılar'a', Likyalılar'a, Lidyalılar / Maeonyalılar'a, Kaystroslular'a, Kilboslular'a, Antik Filistinliler'e, Pisidyalılar/ Pamfilyalılar'a, Homonadlar'a, Sideliler'e, Milyaslılar'a, Telhinesliler'e, Truvalılar'a kadar onlarca Anadolu Hint-Avrupa halkları yaşadığını bilir isek, çağdaş bir ülkede eşit ve kardeşçe yaşamak varken, bu günler ülkede yaşanan etnik kimlik kökenli sorunların ne kadar da yapay bir sorun olduğunu görürüz.
Devlet, Millet olmamızın temellerini atan, İngiliz İşgali altındaki Osmanlı Başkenti İstanbul'dan, Osmanlı Sarayı ve Sultanı'nın amacı farklı da olsa resmi onayı ile Başkentten çıkması gerekirken bile, İngiliz işgal kuvvetlerinden izin almak zorunda kalan ve Osmanlı Sarayının bu durumdan bir rahatsızlığı yokken, "Geldikleri gibi giderler' diyen Mustafa Kemal Atatürk, her ne kadar muktedirlerce görmezlikten gelinmeye çalışılsa, ülkenin kurtuluş ve kuruluş harcının atıldığı 19 Mayıs, resmi bayram iken, sıradan bir tören gibi geçiştirilmeye çalışılsa da;
Milyonlarda TÜRK GENCİ, kendisine armağan edilen günü BAYRAM GİBİ, bayrak olarak kutlamıştır.
ABD Başkanı Franklin D. ROOSEVELT, 1928'de: "Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa’nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa’ nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi." der.
İngiltere Başbakanı Winston CHURCHILL, 1938'de: "Savaşta Türkiye’yi kurtaran, Savaştan sonra da Türk Milletini yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır." diyecektir.
Afgan Kralı Emanullah Han, "O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi." diyerek takdirini belirtmiştir.
Bütün bu bilgiler ortada iken, bu ülke yurttaşlarını:
"TÜRKİYE CUMHURİYETİ'Nİ KURAN KURAN, TÜRK HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR", diyerek tanımlayan bir kurtarıcıya ve böyle kurulan bir devlet ve millete bahaneler bulmak akıl alır şey olmaz.
Her ne kadar bu günler kimin, kimin değirmenine su taşıdığı, kimin eli kimin cebinde belli olmasa da, bu kadar uluslararası ilişki karmaşası içinde bir Kızılderili Atasözünü anımsamakta yarar vardır;
“Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”