“Sevgi oldukça, sitem de olur. Dostlara sitem edilir, yabancılara değil. “ /Mevlana
Farsça kökenli sitem kelimesi, günlük hayatımızın her alanına dağılmıştır. Alınganlık, kırgınlık, kırıcı olmadan kendimizi ifade etme şeklidir.
Bazen hayat yorar. Bazen vazgeçeriz. Bazen sığındığımız bir limandır sitem. Sonra oturup kendimize mektup yazarız. En büyük sitem kendimizedir aslında. Atalarımızdan bir söz gelir aklıma; “Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış”.
Birbirimizden haberimizin dahi olmadığı hassasiyet dolu sitemler yaşarız. Bazı sitemler öyle gereksiz olur ki, geri dönüşü olmayan pişmanlıklar ve hatalar bizleri yüz yüze gelmek zorunda bırakır. Doğru iletişim bu noktada önem kazanıyor. Sitemkar olmadan önce, kendimize dönmeli fevri olmamak için elimizden geleni yapmalıyız. Yapabiliyor muyuz? Kim bilebilir sorgulamak lazım. Hepimiz yaşamımız boyunca binlerce insan ile karşılaşır, pek çoğuyla hayatlarımızı paylaşırız. Bazıları ile gönül bağımız oluşur, bazıları ile akraba oluruz. İnsan hayatında günün her saati karşılaştığımız, yaşanan bir durumdur. Aile içinde kimi zaman bir kahvaltı sofrasında eşimize, çocuklarımıza sitem ederiz. Bazen bir dostumuzla bir telefon görüşmesinde sitem dolu ona duygularımızı aktarırız. Öyle zamanlar vardır ki, gece kafamızı yastığa koyduğumuzda, hayatımızın film şeridini izlerken, en büyük sitem kendimizedir aslında. Yastığa düşen bir kaç damla yaş gözlerimizden değil de , sanki kalbimizden akmış gibi olur. Sitemin bizimle aynı yastığa baş koyduğu andır… Sevgimizle sınandığımız zamanlar gecenin karanlığında duygularımızla savaşırken verdiğimiz mücadelenin adıdır aslında sitemdir. Gelene, gidene, olana, bitene, yitene…
Bir umuttur işte; İşi nasip’e bağlar kendimizi avuturuz.
İnsanlarla olan ilişkilerimiz her zaman iyi sonuçlanmaz. Sitem bazen öfkemizi saklamak için başvurulan en doğal yoldur. İnsan yaşamında pek çoğumuzunda başvurduğu bir davranıştır.
Bu bağlamda; zerafet, nezaket , asalet dolu bir sitem ve adeta verilmiş bir insanlık dersini paylaşmak istiyorum;
Türk edebiyatının önemli isimlerinden, Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde tutsaklık günlerinden ;
Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir.
Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir.
Birkaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:
- Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? der.
Nazım’ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve: -Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, “gidebilirsiniz” der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: -Ömer Hayyam adını duydunuz mu? diye sorar. Müfettiş hemen atılır: -Kim duymaz Hayyam’ı. Nazım: -Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür : “ Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak” der çıkar. Müfettiş yaptığı yanlışı anlar, Nazım’ı geri çağırır ama Nazım koğuşunun yolunu tutmuştur.
Her insana iyi gelen şeyler vardır ya, sitemkar olsam bile, ben bana her zaman iyi geldim.
Dilerim ki , kırgınlığımız ile sitem ettiğimiz değil , bizleri sevgileriyle, saygılarıyla, güleryüzleri ile sarıp, sarmalayan dostlarımız ve ailelerimiz olsun.
Sevgiyle ve saygıyla …